Olimpos’un Çocukları ile Hira’nın Çocukları

Çok büyük bir medeniyetin çocuklarıydık ama bunu bilmiyor ve bunun farkında değildik. Gabi ve vahşi adetlerine mutaassıp, tefessüh etmiş batı medeniyetinin çocuklarının hayranıydık.

Halbuki; utanılacak mazisi olmayan, insanlığa ve medeniyetlere öncülük yapmış ve büyük katkılar sağlamış, çağlar kapatıp çağlar açmış muhteşem bir medeniyetin çocuklarıydık…

Ne var ki, son yüzyılımızda bazı yanlış ve hatalı idari uygulamalar nedeniyle hakimiyetini kaybetmiş ve çürümüş tefessüh etmiş süfli ve vahşi batı medeniyetinin etkisi altına girmiştik. Bu etki, kimilerimizi kendi medeniyetinden utanır, onu reddeder bir hale getirmişti…

Maalesef İçimizde bu ulvi ve şeçkin medeniyeti tezyif ve inkâr eden batıcılar türemekle kalmayıp, müslüman mahallesinde salyangoz satma cür’etine de tevvessül edilmişti. Yeni yönetimin dizginini eline alan idareciler bu ulvi medeniyetin evladlarının dimağlarını iğfal ederek celladına aşık olmuş misali, mimsiz medeniyetin palazlandığı kaynağını; işgal, sömürge, icbar, kan ve baruttan alan batı’nın körü körüne meftunu olmuşlardı. Ve meftun’u olup kapısında koştuğu batı’da onu asla kabul edip sindirmemişti. Frenkmeşrep batıcılarımız ne kadar yaranmaya çabalasa da, onların gözüne de bir türlü girememişti. Tüm emekleri de beyhude gitmişti.

Halbuki dünya denizlerinin ilk haritasını bizler çizmiştik, ama ümit burnu’nu Avrupalılar işgal etmişti. Amerikayı biz keşfedip ilk mısırı bu topraklara getirip biz ekmiştik. Ama Kristof Kolomp ilk kaşif olarak tarihe gecmisti…

Yüzyıllarca Avrupanın üniversitelerinde bizleri İbni Sinaları, İbni Rüşd’leri, Farabileri, Ali Kuşçu’ları okutmuşlardı. Paris ve Londra karanlıklar içinde iken, Tarık bin Ziyad ile fethedilmiş İspanyanın şehirlerinden Kordoba, Gırnata’nın sokakları ışıl ışıldı. Endülüs İslam devletiyle İspanya’da bizdik Avrupaya medeniyeti getiren. Ama şimdiki neslin çoğu bilmiyor, Kemalizm ve statüko yıllarca mekteplerde okutmamış, öğretmemişti ki, bu gerçekleri. Ama Avrupalılar bunları çok iyi biliyorlardı. Biz medeniyeti hümanizmi insaniyet-i Kübra olan İslamiyeti onlara getirirken, batılılar avrupalılar karanlıklar içerisindeydi. Dünyanın üzerine bir karabasan gibi çökmüşlerdi. Kendi aralarında yüzyıl savaşları yapıyorlardı. Amerika kıtasını işgal edip yüzmilyonlarca yerli masum kızılderilileri kılıçtan geçiriyor, verimli topraklarını yakıyor yıkıyor işgal ediyorlardı. Okadar sabıkaları kabarıktı ki; iki dünya savaşı çıkartmış, yüzbinlerce insanın üzerine, çoluk çocuk ihtiyar demeden atom bombaları yağdırmışlardı. İnsanlığın en büyük tehdidi olan nükleer, biyolojik, kimyasal, silah yarışında en ileride koşan onlardı. Son yüzyılımızda dünyada sözde demokrasi getirme adına, şehirleri çoluk çocuk ihtiyar demeden barbar ve vahşice yüz milyonlarca insanı katlemişler, yakmışlar, yıkmışlardı.

Öyle sinsi ve kurnazdılar ki; televizyonlar, gazeteler tüm medya hatta tarihçiler onlar için çalışıyordu. Vahşi parçalayıcı kurtlardı ama kuzu gibi gösteriliyor öyle lanse ediliyorlardı. Kendilerinden olmayan tüm milletleri, barbar olarak göstermiş öyle tanıtmışlardı. Sözde Demokrasi ve uygarlık getirme adına, Afrika’nın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını soymakla kalmamış, milyonlarca masum insanın ayaklarına pranga vurup köleleştirip sanayisine kaynak olarak aktarmışlardı.

Asya’yıda işgal etmişler, devletleri milletleri biribirine kırdırmışlardı. Haçlı seferleriyle Kudüs’ü atların üzengisine yetişecek kadar kanla doldurmuşlardı…

Uzakdoğuda Vietnamda, insanların ırzlarına gecmislerdi. Kafataslarından dağlar, dikmişlerdi utanmadan, sıkılmadan, pervasızca dünyaya…

Birinci ve ikinci dünya savaşlarında dünyayı kan gölüne çevirmiş, Hiroşima ve Nagazaki şehirlerinde yaşayan masum çocukların ihtiyarların, insanlığın üzerine atom bombaları yağdırmışlardı…

Ama hep demokrasinin beşiği jandarmalığını ve medeniyetin temsilciligi ünvanını yinede kimseye kaptırmamışlardı…

Müsbet ilimlerin temelini bizler atmıştık, ama Avrupa’nın gerçekleştirdiği yeni icatlar ve gelişmeler karşısında pasif kalmıştık. Olduğumuz yerde saymıştık. Bu durumumuzla, Kitab-ı Kerim’in öğretisine, Adetullaha, Sünnetullaha da ters kalmıştık.

Batı’da Kopernik, felekiyâtı kozmoğrafyaya; Lavuzaiye, es-simyâyı kimyaya; Dekart, skolastik tartışmaları gerçek felsefeye çevirirken, bizde ise yapılan harf inkılabıyla binlerce yıllık bir tarih bilgi lehçe ve lisan resetlenmiş ve silinmiş ve Semaniye ve Süleymaniye kütüphanelerinde eskiden tedris edilen ilimleri bile okumaktan ve anlamaktan mahrum kalmıştık.

Ali Kuşçu kozmoğrafyayla uğraşırken, kendinden sonra gelenler bu ilmi ilm-i nücuma (yıldızların sırrıyla uğraşmaya) çevirmişlerdi. İbn-i Sina ’nın kimyası adeta sihir ilmi olmuştu. Kayseri Darüşşifası bir zamanlar en ileri tıp merkezi iken, nefesciler, üfürükçüler ortalığa hakim olmuştu. Medreselerimizdeki kıymetli bilim eserlerini değil okutacak, anlayan kimse kalmamıştı…

Oysa bu medeniyet, tek başına ortaçağ karanlığını aydınlatmıştı. Tarihte hiç bir insan topluluğu, İslâm inkılabı kadar ani ve uzun bir sıçrayış yapmamıştı. Bu medeniyet bir asırda okyanusları birbirine birleştirmişti, çeşitli ırktan insanları birbirine kaynaştırmıstı, tarihleri birbirleriyle hamur yapmıştık…

Çünkü İslâmiyet kuvvetten doğmuş bir medeniyet değil, medeniyetten doğmuş bir kuvvetti. O medeniyetle, ruh ile dimağ, fazilet ile terakki, manevi kudretle maddi ümran ve refah el ele yürüdüler…

İslâmiyetin Semerkand’da, Buhara’da, Şam’da, Bağdat’ta, Diyarbekirde, Konya’da, Kayseri’de, İstanbul’da, Kahire’de, hele Endülüs’te, Tulaytıla’da, Kurtuba’da oluşturduğu medeniyetler, ortaçağ karanlığı içinde, pırıl pırıl ışıldayan insanlığın ümidi ve övüncü idi…

Bizans’ta ervah-ı tayyibe, ervah-ı habise (iyi ruhlar-kötü ruhlar) tartışmaları yapılırken müslümanlar, astronomi ilminin temellerini atmışlardı…

Kızıldeniz kıyısında bir derecelik meridyen yayının uzunluğundan dünyanın büyüklüğünü ölçüyorlardı. Madenlerden ilk şifalı ilaçları bulan müslüman hekimlerdi. Fizik, kimya, fizyoloji, kozmoğrafya, cebir, geometri gibi müsbet ilimlerin yanında, din, fıkıh, felsefede de yıldız insanlar yetiştiriliyordu. Adalet, ahlâk, temizlik gibi sosyal hayatta ufuklar açan faziletlerin sahipleri Hiranın evlatlarıydı…

Avrupa saraylarında baca, asilzadelerin konaklarında, halkın evlerinde tuvalet yokken, dumanlar çatı aralarından yükselip, banyo yapmak günah sayılırken, müslümanların şehirleri parke döşeli idi.Kurtuba ve Tulaytıla geceleri, bugünkü Avrupa şehirleriden daha aydınlıktı…

Ama bugünün gencliğin ufkunda bu barbar dessas avrupa hayallerindeki beklenen beyaz atlı beklenen özlenen prensti…

Ama onlar bizi asla kabul etmeyecektlerdi. Enbüyük düşmanları bizdik ama bunu kabullenmek istemiyorduk. Şerefli ecdadımızı unutmuş yetim kaldığımızıda bilmiyor yılana akrebe aşkla sarılır gibi avrupaya sarılmıştık. Ama yine de zehir akıtacakları, ve akıttıkları zehir ile lezzet alacakları bizleri birtürlü kabul etmiyorlardı…

“Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalı’nın gözünde Osmanlı’yız. Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli bir düşman. Olimpos Dağı‘nın çocukları, Hira Dağı’nın evlatlarını hep bu gözle gördüler.” demişti ya merhum Cemil Meriç…

Asrın imamı Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) hazretleri de şöyle seslenmişti bizlere:

Ecnebilerin tagutlarıyla ve fünun-u tabiiyeleriyle dalalete gidenlere ve onları körükörüne taklid edip ittiba edenlere binler nefrin ve teessüfler!

Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i’dam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!..

Murat FİDAN

 

Kontrol Ediliyor

Gençlik Nereye Gidiyor?

Gençlik Nereye Gidiyor? Son günlerde birçok köşe yazarları köşelerinde “Gençlik Nereye Gidiyor?” diyerek yakınmalarını dile …