Rızık konusu gündeme geldiği zaman hemen aklımıza gelen bir klişeleşmiş bir deyim var. Ekmeğini taştan çıkartmak. Günümüzde gerçek anlamıyla bu deyişi ele aldığımızda kırsalda yani köylerde yaşayan insanlar için halen geçerliliğini koruyan bir söz. Ancak şehirlerde yaşayan insanlar için bunu kullanmak yerine uyanık olma, uyanık davranma deyimini kullanmak daha gerçekçi olur.
Bazı gücü kuvveti yerinde olan insanlardan taşı sıksa suyunu çıkartır diye bahsedilir. Zor anlarda bile rızkını temin etmek için elinden geleni ardına koymaz. Ekmeğini taştan çıkartmak bugün de aynı anlamıyla kırsalda yaşayan insanın yapabileceği bir şeydir. Mecazi anlamını bir kenara koyarak deyimi ele aldığımızda kırsal da yaşayan bir kişi eline bir taş alsa rastladığı herhangi bir meyve ağacına atsa ve o meyve ağacından yere düşen meyveyi yemiş olsa karnını bir şekilde doyurmuş olur. Yine bir kayanın altına gizlenmiş olan mantarları toplayıp, onları pişirip yese yine karnını doyurmuş olur. Burada mecaz anlamdan soyutlaştırdığımız anlamı ile aynı şekilde şehirde taşlayacak bir ağaç bulamadığı için veya şehirde taş binalar arasında bir şey yetişmeyeceği için insanın bu manada bir rızka erişebilmesi pek kolay olmayacak, hatta mümkün de değildir. Nazari olarak kırsalda yaşayanlar için mümkün olan şey şehirlerde yaşayanlar için mümkün olmamaktadır. Şehirde yaşayan insan ise rızkının peşinde koşarken daima uyanık olmalı ve dört gözü birden açık olmalıdır. Tabiri caiz ise kentte yaşayan insan daima tetikte olmalıdır. Zira ele geçebilecek fırsatlar için daima hazırlıklı olmak gerekir. Hazırda beklemez ve uyanık davranmaz isen fırsatlar bir bir gözünün önünden hızla akıp gider. Fırsatları değerlendirmeyle alakalı John Dos Passos, New York’ta geçen bir olayı anlattığı Manhattan Transfer adlı romanında verdiği örnek çok güzeldir. Romanda konu şu şekilde işlenmektedir.
Yazarın romanında geçen çok sayıda kahraman vardır. Bunlardan birisi de George Baldwin isimli genç bir avukattır. Bu genç avukat, yeni açtığı bürosunda aylarca hiçbir iş yapamaz tabiri caizse sinek avlar. Avukat bekleyiş içindedir. Günlerden bir gün, sürekli kahvaltısını yaptığı lokantada, bir gazete eline geçer. Gazetede şöyle bir haber dikkatini çeker. Haberde 11. Cadde de daha yeni meydana gelmiş bir tren kazasından bahsetmektedir. Bu tren kazasında bir sütçünün ağır yaralandığını anlatan haberi okur okumaz avukatın aklında şimşekler açar. Hemen aklına geleni yapmaya koyulur. Sütçüyü ikna edebilir ve şirket hakkında dava açtırabilirim, müvekkilliğini de ben alırım diyerek hemen sütçüyü arayıp bulmak üzere lokantadan ayrılır. Sütçüyü bulur ve aklından geçenleri ona anlatır. Sütçünün kabul etmesinden sonra şirket aleyhine bir tazminat davası açar. Uzun bir hukuk mücadelesinden sonra şirketten yüklü bir tazminat almayı başarır. Sütçü bu parayla iş hayatına atılır. Siyasete girer, milletvekili seçilir. Bu romanda geçen bu hikaye her ne kadar bir roman konusu olsa da gerçek hayat ta böyledir. Aslında bir çok roman kurgusu gerçek hayattan esinlenerek yapılmaktadır. Burada tren kazası haberini belki yüzlerce kişi okudu onu sadece bir haber olarak algılayıp üzerinde durmadı. Ancak genç avukat haberciliğin ötesine çıkarak buradan kendisi için de bir fırsat kapısı aralanabileceğini düşündü. Ve nitekim düşündüğü de gerçekleşmiş oldu.
Dolayısıyla zorluklar altında şehirlerdeki hayat kırsala göre çok daha zor şartlar altında gerçekleşmekte. Bazen rızık hiç beklenmedik şekilde önünüze gelirken bazen ekmek aslanın ağzında deyimiyle bugün ağzı değil kuyruğuna gitmiş olan ekmeği, yani rızkı temin etmek hiç de kolay olmayabilir. O nedenle her an bir fırsatla karşılaşabileceğimizi düşünerek daima tetikte hazır bir şekilde rızkı gözler vaziyette olmalıyız.
